23 Aralık 2023 Cumartesi

 

SANATLA TERAPİ VE YARATICILIK HAKKINDA

(Türkiye psikiyatri Dergisi için verilmiş bir ropörtaj)

Sanatla Terapi nedir? Ne gibi uygulamalar Sanatla Terapi kapsamına giriyor?

Psikoterapi amaçlı işlerde sanatın hem dışavurumcu ve  hem de onarıcı gücünden yararlandığımız uygulamaları sanatla terapi veya sanat terapisi kapsamında düşünebiliriz. Zihinsel ve ruhsal alana ilişkin koruyucu, onarıcı ve geliştirici tüm uygulamalarda sanatla terapi ve sanat terapisi işlevsel olabilir. Bunlar arasında akut veya kronik psikiyatrik, tanılı hastaların yaşam kalitesini ve işlevselliğini yükseltmek amaçlı çalışmalar,  gelişimsel problemleri olan her yaştan birey için gelişimsel destek sağlayıcı çalışmalar, etyolojisinde psikolojik unsurların da rol oynadığı düşünülen psikosomatik nitelikli hastalıklara kadar genişletebileceğimiz uygulamalar sayılabilir. Bireysel veya grupla veya kitlelerle yapılabilecek çalışmalar için sanatla terapi alanı işlevsel olanaklar sağlamaktadır. Psikiyatri hastanelerinde hastaların günlük yaşam düzenleri, işlevsellikleri, yatış ve çıkışlardan sonraki yaşam kalitelerinin iyileştirilmesi, farklı gelişenlerin ve ailelerinin toplumsal hayattaki zorluklarla baş edebilmeleri, sivil toplum kuruluşları ve okullarda gruplarla ve büyük topluluklarla hedeflenen çalışmalara sanatla terapi yöntemlerinin eklemlenmesi gibi çok geniş bir uyglama alanından söz edebiliriz. Sanayi kuruluşlarında mavi ve beyaz yakalı çalışanlar için hedeflenen ekip ve iyileştirme çalışmaları, üretim gücünü yükseltme amaçlı çalışmalar içinde de sanatla terapi teknikleri hem koruyan, hem onaran, hem de eğlenceli yöntemler sağlar.

    -Konuyla ilgili metinlerde “Sanatla Terapi” ve “Sanat Psikoterapisi” gibi iki farklı adlandırma ile karşılaşıyoruz. Aralarında kavramsal bir fark var mı? Siz ne şekilde ifade etmeyi uygun buluyorsunuz?

Evet, ben de az önce bunu iki farklı terim olarak kullandım. Gerçekten de biraz karışıklık var gibi duruyor. Sanat terapisi dediğimizde daha çok sanatsal eylemlerin onarıcı iyileştirici gücü ile tanımlı ve sanat icralarının öne çıkabildiği bir uygulama geliyor akla.  Yani belki buna katharsis, boşalım ağırlıklı bir uygulama olarak da bakabiliriz. Sanatla terapide ise asıl olan terapötik işleyiş. Sanat iç dünyaya ulaşma ve ifade yönünde bir araç. Psikoterapi ise santsal unsurlar ile ortaya çıkan simgesel malzemenin hasta ile birlikte işlemlenmesi. Üzerine konuşmak, söze dönüşemeyen ruhsal malzemenin sanatsal dil ile simgeleşmesi ve üzerine konuşularak bilince ulaşan bir işlemleme.  Doğrusu benim yaklaşımım sanatın mı yoksa terapinin mi öncelikli olduğunu düşünmekten yana. Benim öngördüğüm ve uyguladığım yöntem ve teknikler aslında sanatın değil de, sanat unsurlarının ifade ve onarım gücünden yararlanma yönünde. Yani asıl hedef psikoterapi işleyişinin sağlanması. Dünyada sanatla ruh sağlığı çalışmalarına bakıldığında bir kısım çalışmanın sadece sanatsal eylemler ile sınırlı olduğunu görmekteyiz. İntermodal bir yol olarak bazen de bir santsal eylem bir diğeri ile bağlanarak ilerleniyor. Örneğin resimle başlayan bir eylem, resmin dansla ifadesine  ve sonra şiir veya öykü olışumuna evrilerek ilerleyebiliyor. Psikanalitik formülasyonla çalışılan uygulamaalar iste daha çok bilinç dışındaki malzemenin sanat unsurlarıyla bilinç öncesine çıkışı ve işlemlenebilir hale gelişi ile devam ediyor. Terapistin kuramasal yönelimine göre farklı ekoller çerçevesine uyumalanabilir tekniklerden de söz edebiliriz. Bu açıdan bakınca sanatla çalışan terapistin sanatla çalışma yol ve yöntemlerini deneyimleyerek aldığı bir eğitim kendi profesyonel yasal çerçevesi içinde bu yöntem ve teknikleri uygulama yolu açıyor. Dünyada sanat terapisi diye ifade edilen alanlarda sanat eyleminin biraz  estetik kaygıyı da içerecek şekilde kullanıldığını görmekteyiz. Sanatçıların da belirli bir eğitimi aldıktan sonra sanat terapisti ünvanı ile çalıştığını gördüğümüz ülkeler var. Batı ülkeleri sanat terapisi eğitimlerini bu anlamda standartlaştırmış bulunuyor. Sanat icrasının kendiliğinden iyileştirici gücü üzerine oturtulan uygulamalar var. Ancak söz konusu batılı ülkelerde ruh sağlığı hizmetleri ekip işleyişi ile çerçevelenmiş durumda. Sanat terapisti, ki bu bir ressam veya müzisyen veya dans sanatçısı olabilir, tedavi ekibi içinde  endikasyon bağlamında çalışma yapıyor. Ülkemizde psikoterapi alanında özellikle son 30 yılda gelişen nitelikli eğitimler var ise de bu uygulamalar yasal bir çerçeveye oturtulabilmiş değil. (bir parantez olarak söyleyeyim, yaklaşık 10 yıl önce “psikoterapistler” için bir meslek tanımı ve yasal bir zemin hazırlamak üzere bir platformun kurulması için çalıştım. Uluslararası geçerliliği kabul edilmiş eğitimler veren dernek ve  tüzel kuruluşlar ve hukukçuların da bulunduğu bir dizi toplantı ve sorasında bir kongrede panel yapmıştık. Ancak panele meslektaşlardan sadece üç kişi katıldı ve bu hareket için biraz erken davrandığımı düşündüm. Konu halen askıda sayılabilir ve güncelliğini korumaktadır.) Ayrıca ülkemizde sanatçı kimlik ve profesyonelliğinin de belirli bir yasal zeminde tanımlanmadığını düşünüyorum. Sanat terapisi adı altında  sistemsiz ve denetimsiz olarak yürütülen bazı uygulamaları gerek sosyal medyada gerekse başka internet ortamlarında duyuyor ve görüyoruz. Kendine sanat terapisti, müzik terapisti diyen ve aslında psikoloji, psikopatoloji adına hiçbir formel disiplinden eğitim almamış insanlar da türemiş durumda. Bu ve benzeri nedenlerle uygulamamızın adını “sanatla terapi” olarak kullanmayı öngörüyorum, ön görüyoruz. Çünkü uzun zamandır (2008) bu uygulamaları  ve eğitimleri belirli ilke ve standartları gözeterek yürüten bir ekip olarak çalışmaktayız. Eğitim verdiğimiz insanlara “terapist” ünvanı vermeyi doğru bulmadık. Verdiğimiz eğitimde kendi mesleki alanında sanatla terapi yöntem ve tekniklerini kullanma yeteneği kazandırdığımız bir program yer alıyor. Yani sonuç olarak “sanatla terapi” söylemimizde hedef sanat değil, psikoterapi.

    -Sanatla Terapi’nin Türkiye’de gelişimi ve yaygınlaşmasında öncü bir psikoterapist, eğitimci ve akademisyen olarak sizin bu alan ile tanışıklığınız nasıl oldu?

Doğrusu biraz çare arayışı ile başladı bu ilişki. Meslek yaşamımın 13. yılında (1986) otizm ile tanıştım. Sözel ifadenin/sözel simgeleşmenin olmadığı bir zihinle yaşanan bambaşka bir dünyaya yakından tanıklığım oldu. Sadece sesler, bağlamından kopuk görünen gelişigüzel çıkıveren cümlesiz kelimeler, anlamsız görünen tekrarlı hareketleri yakından ve anlamaya çalışarak gözlemek ifadenin tek yolunun “konuşma”olmadığını gösteriyordu. Sözlü ifadeyi kullanamayan bu çocuklar yıllar içinde biraz değişen tanı (yaygın gelişimsel bozukluk, asperger otistik bozukluk vb.) nitelemeleriyle anlaşılmaya çalışılan otizm ve benzeri tablolar gösteren çocuk ve ergenlerdi. O sıralar Marmara Üniversitesinde Eğitimde psikoljik Hizmetler ana bilim dalında öğretim üyesiydim. Bu tür çocukların ve gençlerin eğitim ve öğretimi için açılmış bir okul için psikolojik hizmetler desteği talep edildi. Gözlemlerim, bu çocukların müzikle ve ritmle kendilerini ifade etmekte oldukları yönünde idi. Duydukları müziği dinlediklerini ve bazen açık bazen de daha silik, belirsiz olarak müziğe tepkiler verdiklerini fark ettim. Beğenme beğenmeme, rahatsız olma, eşlik etme, ritmik olarak bedenle katılma gibi cevaplardı bunlar. Dünyada otizme müzik terapisi ile yaklaşmaya dair çalışmaları inceledim. Julliet Alwin’in bir kitabı konuyu daha etraflıca düşünmeme katkı sağladı. Müziği dinlerken seçim yapmak, sözlü ve süzsüz müziğe farklı tepkiler vermek, ritmle eşlik etmek, melodiler olmaksızın yaratılan ritme katılmak, yeni ritmler yaratmak, değişik duygulanımlarını değişik ve özelleşmiş sesler ve -stereotipi diye adlandırdığımız - eylemlerle karşıladıklarını saptadım. Bu ve benzeri örneklerde olduğu gibi müziğin unsurlarıyla temasa çok yatkın olduklarını farkettim. Oldukça kapsamlı bir konu bu. Çalışmalarda etnomüzikoloji uzmanı ve ritmlerin gücünü çok iyi bilen bir sanatçı Tugay Başar ile birlikte bu verileri gözden geçirip tartışarak çalışma metotları yarattık. Burada kısaca söylemem gereken şu ki, müzikle ilişki sözel simgeleşmenin olmadığı bir dünyada daha ilkel, doğrudan bir ifade şansı yaratıyordu. Müzik aracılığı ile otistik dünyada bizlerle ilişkiye dair arzu kapısını aralayan bir fırsat yakalıyordum. Konuya yakın durabilen müzisyenlerle işbirliğini de içeren bir serüven başladı. Resim, renkler, çizgiler, farklı boya malzemeleriyle temas, müzikle ilişki kapısından girdiğim dünyada yeni ilişki ve hatta iletişim fırsatları sunmaya başladı. Ritmik beden hareketleriyle aynalamalar, birlikte hareket, müziğin eşlik ettiği ritmik eylemler ve sesler, otistik zihinsel yapıda ruhsal-sosyal ilişkiye dair bir umut yaratmaktaydı. Belki burada yeniden “sanat terapisi ya da “sanatla terapi” kavramına dönebiliriz. Yani kullanılan sanatsal malzeme, sanat olmaktan uzak, ilkel sanat unsurlarından  dışavurum, ifade aracı olarak yararlanmayı sağlıyordu.  Çalışmalara o yıllarda resim bölümü öğrencilerimden de (Figen Yar ve Ebdu Doğan) resimsel anlatımın gücüne dair parçalar eklendi. Resimlerde de tekrarlayan simgeler, renkler, en ağır ruhsal bozukluk olan otizm ve benzeri bir tabloda ilişki ve iletişim için umur vericiydi. Bu deneyimlerle başlayan serüven giderek kapsamlı ve sistematik bir eğitimin de yolunu açmış oldu.

    -Sanatla Terapi kapsamında nasıl uygulamalar yapıyorsunuz? Bu anlamda özellikle ilgilendiğiniz bir alan var mı?

Belki öncelikle 2000’li yılların başlarından  bu yana vermekte olduğum eğitimlerden bahsetmeliyim. Önceleri 30 saatlik sürelerle sınırlı eğitimlerle başlamıştım. Sadece ruh sağlığı meslekleri ve sanat alanlarından lisans sahibi olan kişilere yönelik bu başlangıçlar alanda varolan ihtiyacı daha kapsamlı ve sistemli şekilde karşılayacak bir programa dönüştürme fikrini yarattı. Yapılan çalışmaları ulusal ve uluslararsı psikiyatri, psikoloji kongrelerinde bildiri ve atölye çalışmalarıyla sunup tartışılmasına a zemin yaratmıştım. Bu ilişkilerden konuya en yakın duranlar içinde Prof. Dr. Ünsal Söylemezoğlu  ve prof. Dr. Selçuk Kırlı hocalarımız var. O zamanlar Psikodrama eğitim grubumda olan ve ruh sağlığı alanında artık ismi çok iyi bilinen psikodramatist adayı öğrencilerim, Uludağ Üniversitesinden Aslı Sarandöl, Pınar Vural ve Cengiz Akkaya, psikodrama seanslarına eklemlediğim sanat unsurlarından etkileniyorlardı. Bir gün bu alanı sistemli ve kapsamlı bir eğitime dönüştürme fikrimi hızlandıran bir teklifle geldiler. Asıl yüklenici o zaman Uludağ üniversitesi Psikiyatri Bilim Dalı başkanı olan Selçuk Kırlı Hoca idi. Önceleri 240 saatlik bir eğitimin ünivesitede psikiyatri kliniğinde bşalamsı çalışmanın alana duyurulması bakımından çok değerliydi. Ciddi bir ekibin sahiplendiği bir eğitimi başlatmış olduk. Şu anda bu eğitim, Uludağ psikiyatri ekibinin de talep ve onayı ile Aura Psikoterapi Sanatla tedavi Ve Eğitim Merkezinin sorumluluğunda devam ediyor. Kısa bir süre önce “STY Akademi” (Sanatala terapi ve Yaratıcılık Akademisi) adı ile kurulacak bir dernekleşme girişimimiz var.  Benim dışımda 7 eğitimcimiz yetişti ve yetişmekte. Eğitimci eğitimi kapsamında paylaşımlar  ve akran süpervizyonları ile ilerlemeye  devam eden dinamik bir süreçle çalışıyoruz. İstanbul, Bursa, Ankara ve İzmir’de açılan, ve devam eden eğitim grupları var. 12 kişiyi bulan başvurularla yeni gruplar açılabiliyor.  Ben son üç yıldır,  eğitim almakta olan adayların terapötik ilerlemeleri yönünde oluşturduğumuz sanatla terapi grubunu yürütmekteyim. Böylece eğitm verenlerle terapi aldıkları kişilerin aynı kişiler olmamasını sağlamış durumdayız. 

Neler yapıldığına gelince; öncelikle hatırlanması gereken, eğitim gruplarından mezuniyetin kapsamlı tezlerle sağlanıyor olması. 540 saati kapsayan, kuramsal dersleri ve  uygulamaları da içeren eğitim, uygulamalı bir tez çalışması ve bir jüri sınavı ile ile tamamlanabiliyor. Bu çerçevede yapılan çok değerli çalışmalar var. Tez sahibi aynı zamanda kendi mesleki alanında çalışmasını akademik bir yayına dönüştürebiliyor. Her aday kendi mesleki ilgi alanında karşılaştığı sorunları ve hipotezleri kapsayan çalışmalar yapabiliyorlar. Şu ana kadar iki sempozyum, iki uluslararası  kongre düzenlendi. 

Geçmekte olduğumuz pandemi döneminde eğitimleri hiç aksatmadan çevrimiçi yollarla sürdürdük. Gerek eğitim gerekse psikoterapi grubu çevrimiçi yöntemlerle oldukça verimli şekilde ilerledi. 25-26 Eylül 2021’de çevrimiçi ilk sempozyumumuz diyebileceğimiz sanatla terapi ve yaratıclık buluşmaları organizasyonumuz olacak. Ayrıntılara sosyal medya hesaplarımızdan ulaşılabiliyor.

Bu alanda benim özellikle ilgilendiğim durum, sanatla terapi ve yaratıcılık başlığındaki “yaratıcılık” kısmı. Özellikle psikoterapi hizmetinde çalışan profesyonellerin kendi yaratıcı süreçlerini geliştirmiş olmalarını önemsiyorum. Adaylarımızın ayrı bir psikoterapi grubunda ruhsal ilerleme yönelimli bir sanat terapisnden geçiyor olmaları, kendi içsel malzemeleriyle karşılaşma ,çalışma, işlemleme yönünde hedefleri içeriyor. Aday, kendi ruhsallığı ile temas ederek tüm eğitim hayatı boyunca formel kuramsal öğrenme ve eğitimlerin yüklemiş olduğu baskıdan haberdar olmak, bunu işlemlemek ve kendi spontanlığını kazanmış olmak gibi bir şansa erişiyor. Spontanlığını geri kazanan kişide yaratıcı sürecin ortaya çıkacağına inanıyorum. Psikodrama disiplininden gelen ve psikanalitik formasyonla tanışıklığı olan bir klinisyen olarak yaratıcılığın spontanlıkla bağlantısını kabul ediyorum. Özellikle sanatla terapi alanı terapistin yaratıcılığını gerektiriyor. Çünkü hastalarımız/ danışanlarımız/ başvuranlarımız her an farklı ve yeni. Dün getirdiği sorun, bugün aklında belki bambaşka bir kılıkta duruyor. Burada Bion’un anısız ve arzusuz olmak diye tanımladığı duruşa vurgu yapabiliriz. Bugün karşımızdaki kişi dünkü kişi değildir. Aradan en az 24 saat geçmiştir ve o artık yaşamın başka bir yerindedir. Biz de öyleyiz. Öyleyse şimdi ve burada olana odaklanabilmek, an’a , akışa dair algının açıklığını gerektiriyor. Değişen durum, duygulanım, nesne, algı, atıf, renkle, sesle, ritmle, hareketle, belki kolaj malzemeleriyle veya sadece bir filmin, bir öykünün hatırlanmasıyla çalışılabiliyor. Terapist, aklındaki kurgularla değil, danışanından gelen uyaranlarla hissetmek, anlamak, düşünmek, sonra da tasarlamak ve uygulamak durumundadır. Yani anda olana açık ve duyarlı, ama aynı zamanda dikkatli ve kararlı olmak. Yani, ilkeli fakat katı olmayan bir çerçeve ancak yaratıcı bir zihinle olabiliyor. Bu yüzden adayların kendi de sanatla terapi sürecinden geçerek eğitimini tamamlıyor olmalarını çok önesiyorum, önemsiyoruz.

 

    -Sanatla Terapi’nin uygulama alanları neler? Kimler Sanatla Terapi uygulayıcısı olabilir?

Ruhsal ve zihinsel süreçlerin işlemlenmesini gerekli ve mümkün kılan her alanda sanatla terapi uyguylamaları yapılabilir. Psikiyatrik, psikopatolojik durumlar, gelişimsel aksamalar, öğrenme güçlükleri, sağlık psikolojisi, psikosomatik hastalıkları sayabiliriz. Ayrıca toplumsal gelişim ve ilerlemelerin hedeflendiği projeler ve uygulamalar için sivil kuruluşlarla işbirliği alanları var tabi ki. Yapılmış ve yapılamkta olan işler için de eğitimimize katılmış olan meslektaşların yapmış oldukları tez çalışmalarını sözyleyebiliriz.  Bunlar içinde farklı gelişenler için yapılan gelişimsel çalışmalar, dezavantajlı gruplar için sürdürülen uygulamalar, kronik psikiyatri hastaları ve aileleri için yapılan çalışmalar, psikosomatik hastalıkların ruhsal süreçlerle ilgili boyutlarının çalışıldığı programlar, kanserli hastaların ruhsal süreçlerinin işlemlendiği çalışmalar, sivil organizasyonların hedeflediği koruyucu ve önleyici ruh sağlığı alanında yürütülen  projeler var. 

Sanatla terapiyi uygulayabilmek için öncelikle sanat alanlarına, belki en azından bir veya birkaçına yakın ve ilgili olmak tabi ki gerekli, ama asıl olarak sanatla terapi eğitimi almış olmak gerekiyor. Eğitim, ruh sağlığı alanında en az lisans eğitimi almış olan profesyonellere ve sanat alanlarından lisans sahibi olan sanatçılara, ve sanat, özel eğitim, sınıf öğretmeni gibi seçilen uygun meslek mensuplarına veriliyor.  Önceden de söylediğim gibi, eğitimi tamamlamış olanlar kendi mesleki alanlarında bir tez çalışması yapmış ve sanatla terapi tekniklerinin kendi alanlarında uygulanabilirliğine ilişkin bir örnek çalışma sunmuş oluyorlar. 


    -Dünyada Sanatla Terapi'nin gelişimi ne şekilde olmuş? Günümüzde bu alanda sürmekte olan uluslararası çalışmalar veya işbirlikleri var mı?


Psikiyatride sanatın işlevselliği hakkında ilk  yazılı izlere 19. Yüzyıl sonlarında Max Simon ve Cesare Lombroso tarafından psikiyatrik hastalıkların betimlemesi için kullanıldığı bilgisi ile ulaşıyoruz. Daha çok psikotik hastaların teşhisi için başvurulan hasta resimleri ile çalışmak, projektif teslerin doğuşuna da kaynak oluşturmuş. Birinci dünya savaşı sonrasında savaş mağduru kimselerin travmatik yaşantılarının dışavurumu yönünde işlevi farkediliyor ve daha çok resim yoluyla çalışılan işler var. 20.yüzyıl başında Heidelberg Kolleksiyonu Avrupa’daki akıl hastanelerindeki psikotik hastaların ürünlerinin toplandığı bir çalışma olarak sergilenmiş. 1930’lu, 40’lı yıllarda ikinci dünya savaşı öncesi ve sonrasında savaşın yarattığı travmatik etkilerin sanat yolu ile aşılmaya çalışıldığını görüyoruz. Bir bakıma bilinen psikiyatrik yöntemlerin dışında bir arayışın bir ihtiyacın baş gösterdiğini söyleyebeiliriz.  Bu arada demir perde kavramı ile batılı literatürde yer alamamış olan Sovyet bilim kadını G.E.Sukhareva’dan da söz etmek gerekir. Savaş sonrasında ailesiz kalmış, gelişimi duraksamış, suça sürüklenmiş çocuk ve ergenlerin readaptasyonu için sanatın çeşitli dallarından yaralanarak yaptığı çalışmalar var. 2.dünya savaşı sonrasında tahrip olmuş toplumun travmatik süreçleri, Sukhareva’nın da öncü çalışmalarıyla kurulmuş olan koruyucu ve önleyici ruh sağlığı merkezlerinde ele alınmış. Sukhareva’nın o dönemde sınır durum diye tanımladığı gençler için gelişimsel onarım çalışmalarında sanattan faydalanılmış. Bugün de psikoterapi alanında en çok karşılaştığımız kavram travma kavramı. Sanat ile çalışma trvamanın söze dökülemeyen izlerini ortaya çıkarıp işlmelenebilir kılan işlevsel bir yol.

Psikodinamik kuramsal yönelim açıdsından bakarsak, D.W. Winnicott’un geçiş alanı tanımlaması, M.Klein’ın  oyun terapisinde kullandığı kavramsallık, sanatla terapide dayandığımız kuramsal temeli oluşturan tarihsel basamaklar olarak düşünülmektedir. Esasen psikanalitik çalışmanın da temeli erken yaşam dönemlerine ilişkin travmaların günlük yaşamdaki yansımaları olan semptomlar ve sembolik anlatımı olan rüyalar üzerinedir. Bu anlamda rüyalar ve sanatsal dışavurum simgesel dil açısından benzerlik içindedir.

1950’li yıllarda Naumberg, sanatsal sembollerin serbest çağrışım yolu ile bilinç dışındaki malzemeyi bilinç öncesine taşıdığını ifade etmiştir. Bilinç öncesine gelen sembolik dışavurum, konuşulabilir bir malzemeye dönüşür. Daha sonraları sanatın kendiliğinden onarıcı ve yaratıcı süreci uyardığı üzerine görüşler gelişmiş ve sanat terapistleri, tarafından benimsenmiş. Antipsikiyatri ve hümanistik yaklaşımların öne çıktığı bu akım özellikle İngiltere’de sanatçıların sanat terapisi alanına yöneldiği yolu açmıştır.





    -Türkiye’de Sanatla Terapi alanında nasıl çalışmalar sürdürülmekte? Sanatla Terapi alanında uzmanlık veya eğitim alma olanakları var mı? Bu alanda çalışmak isteyenler için ne gibi önerileriniz olur?



Günümüzde Türkiye’de, toplumsal sorunların ele alınışında sanatla terapi metotlarının ağırlıklı kullanıldığı projelerden bahsedebiliriz. Ruh sağlığı alanında koruyucu ve önleyici işlevleri hedefleyen dernek ve benzeri kurumlar uluslararası projeler yürütmektedirler. Bunlar içinde benim bildiğim; Otistikler Derneği, Elim Sende Derneği, Çatı Atölye, Arka Bahçe gibi kuruluşlar var. Çalışmaların hedefi koruyucu ve onarıcı ruhsal toplumsal hizmetler. Çalışma yöntemleri çoğunlukla sanatın da kullanıldığı yöntemler. Özellikle savaş, göç travmatik etkileri, akaraba evlilikleri,  ekonomik zorluklar, sınıf çatışmalarının yoğun olduğu dezavantajlı gruplar için geliştirilip uygulanan projeler olabiliyor.  Bu projeler genellikle kaynak sorunları yüzünden olması gerekenden yavaş ilerleyebiliyor.  Farklı gelişenler ve aileleri, şiddete maruz kalmış kadınlar ve çocuklar, psikiyatrik hastalar ve aileleri gibi özellikli gruplar için çalışmalar yhürütülüyor. Ayrıca sanatla terapi eğitimi almış olan uzmanlar kendi özel çalışma ofislerinde bireyler ve gruplarla çalışmalar yürütmekteler. Yakın bir zamanda İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kadın dayanışma Birimindeki kadınların çocukları için de bir sanatla terapi grubu ve ardından (şu sıra başkanlık görevini sürdürdüğüm) Dr.Abdülkadir Özbek Psikodrama Enstitüsü projesi olarak bir  çocuk psikodrama grubu oluşturmaya çalışmaktayız.


Şu anda Türkiye’de birkaç eğitim programı var. Aura Psikoterapi Sanatla Tedavi ve Eğitim Merkezi  olarak yürüttüğümüz eğitim programımızda müzik, resim, dans, heykel ve seramik, edebiyat, sinema ve tiyatro gibi sanat dalları için 20 saat grubun kendi içinde çalıştığı, ve 10 saat kadar ilgili sanat alanından bir usta ile sanatsal yaratımı deneyimlediği bölümler var. Ayrıca kuramsal  konular ; psikopatoloji,  psikodinamik kuramlar, araştırma metotları, bireysel çalışma, grup dinamikleri  ve tez modülü için 30’ar saatlik  bölümler yer alıyor. www.sanatlaterpiveyaratıcılık.net adresinden ayrıntılı bilgiye de ulaşılabilir. Toplam 540 saatlik eğitimin içeriğinde 60 saatlik bir grup terapisi uygulamasından da geçiliyor. Şu anda programı tamamlamış ve kendi mesleki alanına bu yöntemleri entegre etmiş 40 civarında mezunumuz da var. Ayrıca sanat Psikoterapileri Derneği ile birlikte oluşturduğumuz bir komisyon ile sanat terapisi eğitimleri veren /verecek olan kurumların uymaları gereken ölçütleri belirlemek üzere bir çalışma yürütülmekte. Bir anlamda dünyada artan bir ihtiyacın ve yayılmakta olan bir alanın ülkedeki kurulumunu üstlenmek gibi bir sorumluluğu taşımaktayız.



Yazı içeriğinde aynı zamanda "Sözden Öte, Sanatla Terapi ve Yaratıcılık" kitabınızın yeni baskısıyla ilgili bir tanıtım metnine yer vermemiz ve kitabınızdaki biyografi bölümünden faydalanmam uygun olur mu hocam?


Tabi ki olur, ancak kitabın ikinci basımında bir eksiklik oldu, benim hatam, düzeltme için son baktığımda birinci basım için yazdığım önsöz yokmuş ve ben öylece onay vermişim. Yani ilk basım elinde ise oradaki önsöz ve giriş biraz daha zengin olabilir. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder